Bir müddet önce seyahat için gitmek için Sabiha Gökçen Havaalanındayız. Uçağın gelmesine yaklaşık 40 dakika olduğu anons edilince “bari şu koltuğa oturup zamanın geçmesini bekleyelim” diye düşünüyor ve bulduğumuz ilk koltu...
Bir müddet önce seyahat için gitmek için Sabiha Gökçen Havaalanındayız. Uçağın gelmesine yaklaşık 40 dakika olduğu anons edilince “bari şu koltuğa oturup zamanın geçmesini bekleyelim” diye düşünüyor ve bulduğumuz ilk koltuğa ilişiyoruz.
Hemen karşımızda konuşmalarından İngiliz olduklarını anladığımız bir grup var, dört kişilik bir grup ellerindeki kitapların sahifelerini birbiri ardına çeviriyor sanki bir kütüphanedeymişler gibi sessiz soluksuz bir şekilde okumaya dalmış vaziyetteler.
Hemen yanımızda üç kişilik bir Alman aile daha var, Alman ailenin de baba ve anne tarafı kitap okurken 16-17 yaşında diye tahmin ettiğimiz kızları cep telefonu ile uğraşıyor, mesajlaşıyor, muhtemelen de müzik dinliyor.
Bu sessizlik içerisinde birden arkamızda 4-5 kişilik bir gençlik grubunun hep birlikte konuşmaya başladığını duyup yönümüzü o tarafa çeviriyoruz,
Ayakkabılarını çıkartmış yeterli sayıda koltuk olmasına rağmen çorapları ile yere oturmaktan imtina etmeyen bu grup bir taraftan kendilerine özgü şiveleri ile hiç durup dinlenmeden konuşurlarken gruptan birisi cep telefonundan açtığı Recep İvedik’in bilmem kaçıncı filmindeki repliklerini dinlerken hemen her konuşma sonrasında bütün bekleme salonunu gürültüye boğan kahkahaları atıp duruyor.
Sürekli kahkaha atan gence diğer arkadaşı “Olum ne gülüyon, Recep İvedik abimizin bütün filmlerini bizde seyrettik, bizim görmediğimiz ne var” diye sorduğunda sürekli kahkaha atan genç “ Hasan abi ilkokul mezun bile olmayan Recep İvedik abinin 3-4 üniversite bitirmiş bilim adamlarını, kocaman profesörleri nasıl dize getirdiğini görüyor, bilim adamlarının hallerine gülüyorum, bende okumadım, Recep İvedik tam benim gibi,” dediğinde üzülsekmi-ağlasak mı-gülsekmi inanın bir karar veremedik.
Görevlinin “Sayın yolcularımız lütfen kapıya yönelsinler” anonsu duyuluncaya kadar arkamızdaki grubun gürültüleri-kahkahaları bir türlü durmak bilmedi,
Allah'tan onlarda herkes gibi sıraya girdilerde salonda bulunan herkes rahat bir nefes aldı.
Son dönemlerde belki biraz fazla üsteliyoruz ancak kafamızı nereye çevirsek mide bulandıran, insani değerlerden uzak davranışların sıralandığı görüntüler ile karşı karşıya kalıyor ve ister istemez “Biz ne ara bu hale geldik?" sorusuna cevap bulmaya çalışıyoruz.
Yaşadığımız bölgeye bakıyoruz herkes birbiri ile kavgalı. Herkes karşısındakinin kuyusunu kazmakla meşgul. Kimse kimseyi sevmiyor, kimse karşısındakinin duygularını anlamak istemiyor. Hiçbir sürücü Kırmızı ışıkta durmuyor.
Kırmızı ışıkta duran araç sürücüleri yeşil ışık yandığında geçmek isterken çok sayıda yaya vatandaş hiçbir kural kaide tanımadan yola atlıyor “Yol hakkı sürücünün ben bekleyeyim” diye düşünmüyor.
Karşılıklı sohbetler bir anda kıran kırana mücadeleye dönüşüyor.
En ufak bir tartışmada ağzını açan hiç susmamacasına kendisine göre doğru bildiği ancak yanlış olma ihtimali de bulunan bir fikri sonuna kadar savunmayı bir vatandaşlık görevi gibi görüyor.
Herhangi bir siyasi partiye mensup olan bir vatandaş partisi yanlışta yapsa asla kabullenmiyor, bile bile yanlışı savunmakta hiçbir sakınca görmüyor.
Salı günü doğru bildiği bir mesele Çarşamba günü partisinin lideri tarafından yalanlanınca bir gün önce doğru olan mesele bir gün sonra yanlış olarak değerlendiriliyor.
Caddeler sokaklar çöp deryası...
Hiç kimse kitap okumuyor, gazete okumuyor, konuşacağı bir mesele ile ilgili araştırma yapma ihtiyacı hissetmiyor, gününün büyük bir bölümünü televizyon karşısında geçirdiğinden yarım yamalak duyduğu ifadeleri birleştiriyor sonrada konu ile ilgili yıllar yılı eğitim almış gibi sallayıp duruyor.
Gece sabaha kadar kendisine yakın gördüğü televizyon kanallarının karşısında bekleyen ve o televizyon kanallarına çıkan “kadrolu yorumculardan” öğrendiklerini kendisine göre muhalif gördüğü vatandaşlara “Ben İlim adamı değilim amma” diye başlayıp saatlerce süren “boş” konuşmalar yapmaktan geri durmuyor.
Yarım yamalak öğrendiği bilgileri başkalarına doğru bilgi diye anlatmaya çalışan bu aklı evveller nerede ise hayatının büyük bir bölümünü okumakla geçiren ilim adamlarını “Kitap okumuş cahil” olarak nitelendirmekten asla geri kalmıyor,
Kendisine de “Affedersiniz siz hangi okulu bitirdiniz?” diye sorulduğunda “Okumakla adam olunsaydı..” diye akıllara ziyan cevaplar veriyor.
Bu çaptaki “çok bilmişler” için okumanın, tahsil yapmanın, bir konuda uzmanlaşmanın hiç bir önemi hiçbir anlamı yoktur.
İki kere ikinin kaç yaptığını bilmeyen ancak dünya ekonomisini yönetmek iddiası ile asıp kesen bu ileri zekalılara hemen her köşe başında denk gelmek çoğunlukla mümkündür.
Bu saydığımız gruba mensup kitle yüzünden Türkiye şu sıralar çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
Avrupa ilimde/teknikte/fende hemen her geçen gün yeni mesafeler alırken bizim çok bilmiş vatandaşlarımız hemen her şeyi ata sözleri ile geçiştirmeyi çok büyük bir maharet sayarlar.
İşte yazdığımız bu sebepler yüzünden ilime/Sanata/kültüre en ufak bir saygısı olmayan, kısa yoldan para kazanmayı çok büyük bir maharet sayan, bu katkıları da iktidara gelen hemen her siyasi partide yer almakta hiçbir sakınca görmeyen kitle yüzünden her şey karmakarışık bir noktaya gelmiş bulunuyor.
Herkesin birbirini sevdiği/saygı duyduğu eğitime/tecrübeye saygı duyduğu bir noktaya doğru çok kısa bir zamanda gelemediğimiz takdirde toplum hızla Recep İvedik formatına doğru hızlı adımlarla yürümektedir.
Siyasetçiler belki bu kitleyi elinde tutmak adına onların yaptıkları densizliklere göz yummak zorunda kalıyorlar ancak her geçen gün daha da artan ve kural tanımayan bu kitle yüzünden toplumun her kesimi büyük bir dejenarasyona ve dönüşüme uğruyor.
Toplumu koşar adım sürüklenen Recep İvedik modelinden alıp karşısındakine saygı duyan, karşısındakinin hakkını hukukunu tanıyan en azından “Sevgide serbestiyet saygıda mecburiyet vardır “ilkesinin hakim kılınacağı bir yaşam biçimi sağlamak siyasetçilerin en temel görevleri arasındadır.
Sosyal hayattaki bu çarpıklaşmaya bir an önce müdahale edilmediği takdirde korkarız ki kısa bir zaman sonra en ufak bir tartışma sırasında birbirini boğazlayan bir kitle ile karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacağız ve bu durumda bizim sonumuz olacak.
Yeterince eğitim yoksa ama eğitimden daha da önemlisi kültürel saha da da nal topluyorsak çok değil bundan birkaç yıl sonra şimdiki münasebetiszlikleri bile arayacağımız kesin gibidir.
Kendimiz ettik, kendimiz bulduk.